B. İnan Özcan

Tosbağa

B. İnan Özcan

Kaplumbağa da demiş ki belediyenin emlak memuruna; "Sabit bir ikâmetgahım olmadığı için emlak vergisinden muaf olmam gerekir."

Dünyayı karavanıyla şehre uğramadan ve kırlardan kırlardan dolaşanların bilmeden öykündüğü,  home-ofis çalışanı kavramının, ceketimi alır giderim tafrasının anlamını bulduğu, en doğal en kadim en sevimli örneğidir kaplumbağa (Bizim buralarda –Ege- ‘tosbağa’ derler kendisine).

Kaplumbağalar evlerine et ve tırnak gibi bağlıdırlar, cümlesinde "gibi" fazladır.

Baya baya kaplumbağalar zaten et ve tırnakla bağlıdırlar evlerine.

Bir kaplumbağa dünyayı sırtına aldığında (yani ters döndüğünde) ölmeyi göze almış demektir.

Zira geri dönüşü çok zor olan bu hamallık sırtlamaya çalıştığı yükün umurunda değildir.

Yani dünyanın umurunda değiliz. Dünyayı sırtlamak kaplumbağa için de bizim için de ölümü seçmek demektir.

Dünya zaten bir sırtlandır zayıflayınca başımıza üşüşen. Sırtlanlara yem olmamakla dünyaya yem olmamak, dünyayı sırtlanmamaktan geçer.

Bu kadar yavaş, bu kadar statik, bu kadar aheste seyreden bu gezegen sakini hayvancağız onca misali, onca hisseyi toplum belleğine bırakmakta karşıtı olarak gösterilen tavşandan daha öndedir.

Ve bu vasfıyla bize hızın üstümüzden geçen bir afet olduğunu ve sükûnetin, değerli hazinelerin edinileceği daha yüksek bir irtifa olduğunu itiraf eder ve kaplumbağa.

Ömrünün mesaisini pekala yürütebildiği ve heybesini doldurabildiğine göre ve hatta heybesini doldurmak isteyenlere hissesini yaşamından fazlasıyla verebildiğine göre, demek ki neymiş; sükûnet asla atalet değilmiş.

"Ölü bir kuşu çizdim

Çünkü iyi poz veriyor

Hiç sıkılmıyor"

Akıp giden hayatın portreye sığmaması deklanşöre basmamızı zorlaştırıyor. Hayatı istediğimiz karenin içine sokmanın hayatı durdurmak hadsizliğini sergilemeye yeltenmekle mümkün olan bir şey olduğunu biliyoruz.

Evet, hayat akar ve akıp giden hayatın içinde hayatın bir karesini yakalamak ve bunu bir sanatsal -estetik gayeyle ortaya koymak, akan nehre elimizi sokup geçen balığı tutmaya çalışmak kadar zor ve çocuksu. E fotoğrafçılık da zaten bunun için sanattan sayılıyor bir yerde sanırım.

Kaplumbağalar bu açıdan iyi poz verir ama kim ne kadar iyi poz verirse versin sadece bir açıdan verebilir pozunu.

Halbuki evrende her şeyin bin bir açısı vardır ve bir kareye ait bir bilgiye sahip olmak mahrum kaldığımız diğer kareler hakkındaki hüküm ve yanlış yorumumuza sebep olacağı için hiçbir açıdan resmedilmemiş olmaktan daha fazla bilinmezlik içerir.

"İnsan hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır" demiş İsmet Özel. Bu da onun gibi bir şey.

Bin bir boyut ve açıyla anlaşılabilecek olan doğada insanın tek başınalığı ve acziyeti onu toplumu oluşturmaya ve doğayı birlikte tanımlamaya itmiştir. Platon'un mağarasından çıkış yolunun kendi mağaramızı, kendi guşe-i uzletimizi kendi keşiş kulübemizi kurmaktan geçiyor olduğunu kaplumbağa örneğinden bulur ve ispat edebiliriz.

Anlamın derinliğine, aşkınlığa, özgünlüğe, aşkın büyüsüne ermek hep içimize çıkmakla mümkündür; içimize çıkmak...

Evet içimiz dûn olan (aşağı) dünyadan daha yüksek bir yerdedir ve oraya girilmez çıkılır sanıyorum.

Bazı şeyleri yalnız başımıza aramamız gerektiğinden belki de yalnız aşılan çöllerle, guşe-i uzletlerle, dağ başındaki keşiş kulübeleriyle anlama yaklaşmıştır insanoğlu.

Zira kalabalıkları ve kaldırımları olan bir beldede nereye yürüneceğini akıl ve ayaklar değil, kaldırımlar ve belediye politikaları belirler.

Yazarın Diğer Yazıları