B. İnan Özcan

Peki ya uçurtmalar?

B. İnan Özcan

Sürekli kendini tekrar eden bir devinim, sürekli tempolu bir koşuşturma hali, sürekli yarım kalan işin yarına sarkması sonucu yarına bağlanan bir süreklilik esareti...

Gitmeler, gelmeler, kopmalar, düşmeler...

Yetişme gayretleri hep telaşlı bir kıvranma ve stres hali hep soluk alacağımız bir çeşme başına varma umudu, nereye kadar, ne zamana kadar süreceğinin bilinmediği…

O çeşme başına geldiğimizde ya derman kalmayacak soğuk suyundan içmeye ya da ferman çıkacak suyundan içme diye.

Kendimizi ıskalayışımız insan (değerli) olmaya değil de müdür (başarılı) olmaya yönelik mesailerimiz, öğrenme gayretlerimiz, uyum çabalarımız...

Sınıf atlayamasak da bizi sınıf atlamış gibi gösteren eşyalara yönelişimiz.

Makyajlar, "konsilır" lar, "haylayfır" lar, fondötenler...

İnançlarımızı, değerlerimizi bile isteye terk edişimize zıt bir şekilde onlarla uzlaşma çabalarımız.

İçimizdeki namus, kalbimizin temiz oluşu gibi bir zahmete, nefs terbiyesine, bizi sistemle çatışmaya sokmayacak komformist inanç açıklamaları.

Nitelik  çıtalarını düşürmek suretiyle başarının çitlerini daha kolay aşabildiğimizi fark edişlerimiz.

En azından oyunda level atlamak  için olmasa bile hiç olmazsa  oyundan çıkmamak için gösterdiğimiz hırslı ve alçaltıcı insan üstü çaba, cedel, mücadele, savaş...

Beşer olmak şaşar olmayı getirir ama tüm insanlığın koro halinde şaşkınları oynaması da kapitalizm denen olgunun bir eseri.

Modernlik adı altında, konsept adı altında, sistem adı altında pazarlanan mallar, hizmetler, bedensel tatminler ve bedel olarak alınan hürriyet, onur ve bir sürü değerler. Dışı özgürlük ambalajlı gönüllü esaret.

Gönüllü esaretin zincirini kim kırabilir ki. Kapitalizm bisikletinin hayatiyetini pedallarının dönmesine bağlı olduğu bilgisi bizi o zincirleri kırmaya yahut pedalı çevirmemeye sevk etmiyor korkumuzdan. Kopunca ne olacak doğamıza, bizim için onurlu ve verimli olana dönebilecek miyiz?

O da ayrı bir muamma.

Aslında şikayet ettiğimiz düzene asi olmayışımız da en azından çarklara çomak sokmak yerine çarklarda iyi bir dişli olma konusundaki kariyer gayretlerimiz.

Yerine koyacağımız alternatif bir düzen olmayışını düşünmenizden  belki de. Ceketimi alır giderim resti için bile başka bir yerde o ceketi asabileceğimiz bir vestiyer olması lazım sonuçta.

Kirleniyoruz. Bizi temizleyecek, uyaracak, doğamıza geri döndürecek aydınlarımız dahi kirlenmiş. Bencillik tanrımız olmuş. "Artık herkes kendi çocuğunu sevecek" diye bir aforizma okumuştum. Bencilliğimizin boyutlarını kendi kendimize tapınışımızın ilanını en iyi göreceğimiz pencerelerden biri işte bu söz zannımca.

 Temizlenmemiz lazım. Çamurlarımızdan kir ve pasaklarımızdan arınmamız lazım. Aynı bir bedenin coşkun akan ırmaklarda yıkanıp pak olması gibi kirlenmiş toplumsal belleğimizi, kimliklerimizi, inançlarımızı, değerlerimizi gözden geçirmek, yuğup yıkamak, bir bölükteki akşam içtiması gibi yerlerinde olup olmadığını saymak, saptamak zorundayız. Yanlış yargıları yıkmadan doğruyu inşa edemeyiz.

Yanlış temel üzerine doğru duvar öremeyiz .

Önce temizlenmeli, zemin etüdü yapmalı, aynı bir inşaat faaliyetinde gerçekleştirilen hafriyat çalışmaları gibi zemini uygun temizlik ve düzenliliğe kavuşturmalıyız. Eğitim! Evet en sihirli kelime burada.

Ama yanlışı yıkmak da zor. 

Hurafeleden yanlış hükümlerden, kalıplaşmış ideolojik hurafelerden hatta tanrılaşan bilimin buyruklarından sıyrılmamız her şeyi yerli yerine koymamız lazım.

Kaybettiğimiz insanlığımız terk ettiğimiz doğayla barışık fıtratımıza muhalefet etmeyen inançlarımız yeşermeli tekrar güzdeki başaklar gibi... Başka türlüsü zor gözüküyor.

Zira bu malzemeyle bina olmaz.

Apartman komşusuna asansörde selam vermek yerine önüne bakmayı yeğleyen birinin Afganlara defolun demesi de şaşılası bir durum değil.

İHA’lar, SİHA’lar bir ülkenin güvenliği için yeterli sayıda evet. Peki ya uçurtmalar?

Yorumlar 2
İnan özcan 07 Eylül 2021 00:42

Tesekkür ederim

Selim 05 Eylül 2021 20:52

Kalemine emeği ne sağlık

Yazarın Diğer Yazıları