B. İnan Özcan

Doğu-Batı kritikleri -2-

B. İnan Özcan

Topluma yön veren değişim tepeden inme bir şekilde ve toplumun ağırlık dinamikleri gözetilmeden yapıldığında toplumun bu cereyandan kötü etkilendiği, sindirilmeden bünyeye dahil edilen bir gıda gibi türlü olumsuzluklara yol açtığı meyanında bir şeyler karaladım geçen seferki yazımda.

Bu eleştirileri  muhafazakar bir kıskançlıkla ya da değişime ve özgürlüğe kayıtsız şartsız evet diyen maymun iştahlı bir değişim budalası zihniyetiyle değil de meselenin sıhhati ve tabiatı (fıtratı) gereği bir toplumun selametini önceleyen bir mecrada yürütmemiz lazım geldiğini burada niyetlerin bağcıyı dövmek değil, bilakis en güzel ve en makul bir şekilde üzüm yemek olması gerektiğini de belirtmek isterim.

Toplumsal değişimin zorla ve hızlı bir şekilde tepeden inme yapılmasının buna maruz kalan halkta eskiyle yeninin birbiri peşi sıra ve birbirine karışmayan, aynı bir yumurtanın akıyla sarısının o elipsin içinde birlikte durması ama kaynaşmamış bir yapıda oluşuna benzer özümsenmemiş ve eskiyle yeninin hercümerç olduğu sosyal yaşamdan örnekler pek çok yerde gösterilebilir.

Bu konuda her toplum ferdinin hayatında yeri olan evlilik müessesesi buna en bariz ve matrak örneklerden sayılabilir.

Bir kadınla bir erkeğin birbirini tanımaktan evliliğe kadar olan evlenme sürecinde güncel hayatımızda ilk olarak erkek ve kadın birbirlerini görürler yahut haberdar olurlar. Daha sonra park, kafe gibi sosyal mekanlarda buluşur, tanışır, moda tabirle flört ederler. Bu tamamen bireysel arayışları, çabaları ve kapasiteleri sonucunda ulaştıkları Batılı anlamda bir modernliğin tatbik edildiği bir süreçtir. Burada hatta taraflar geleneksel yaşamdan tevarüs eden muhafazakar tavır ve davranış kalıplarını birbirinden saklamak ya da törpülemek suretiyle modern olmasa da görünüm itibariyle modern bir tarzda muhatabına yaklaşırlar. Daha önce dinlemediği farklı bir müzik, daha önce giymediği farklı bir elbiseyle, daha önce takılmadığı bir kafede taraflar her ne kadar birbirlerine kendilerini "…mış" gibi sunsalar da son tahlilde, pekala bireysel bir çabanın ürünü olan özgür ve  modern ilişki yani flört söz konusudur.

İlişki belli bir kıvama gelip evlilik kararı prensip olarak alındığında ise bu Batı'dan devşirme ilişki kendisini yavaş yavaş geleneksel yapıya teslim etmeye başlar. Taraflar ailelerine durumu bildirir. Kız tarafı gün verir. İstemeye gidilir. Büyükler evliliğe, eve, nişana, düğüne dair kararlar alır ve onların çizdiği rota dahilinde bireyselliğin yutulduğu yerine mahalli ve cemaatçi tutumların başrole geçtiği bir süreç içine evrilme kendisini gösterir. Yumurtanın sarısıyla beyazının karışmadığı gibi birbiriyle karışmayan, kaynaşmayan, sadece kendi alanlarında birbirlerinin yaşamına müsaade eden öncelik ve sonralık şeklinde bir modern tutum-geleneksel tutum ya da Doğulu-Batılı bir tutum benimsenir ve akabinde aile denen sosyal yapının kuruluşu gerçekleşir.

Batı aynı coğrafyada aynı şehirde yaşaya yaşaya, aynı zemine basa basa zeminini sertleştirmiş ve bu dayanıklı zemin üzerinde şehirlerini mamur etmiş. Şehirlerin ve şehirli yaşamın merkeze alındığı bu anlam dünyasında da sosyo-kültürel yaşamını ve düşünce atlasını oluşturmuş. Sonuç olarak değerlerini bina ede ede kavileşen bir medeniyet birikimine kavuşmuş. Üst üste bina ede ede biriktirdiği bu şehirli yaşam birikimi maddenin ve sekülerliğin baştacı edildiği statik ve programlı bir düzen mecburiyeti de getirmiş. Gelişen teknolojiye ve iletişim araçlarına rağmen sahip olduğu enformasyon gücünü iletişim anlamında bir güce dönüştürememiş, ardından bireysellikler, ardından yalnızlıklar doğurmuş muktedir ve donmuş bir ağırlık olarak karşımıza çıkar.

Doğu ise göçerliğin, uçsuz bucaksız çöl ve steplerin sonsuzluğunda hayale imkan veren, yaşanılası ve hafif bir hayatı yedinde taşımış. "Azığım tamtakır, binitim nalsız." dediği gibi şairin hoyrat ve özgür bir akışın içinde bilmeden istemeden batılı yaşam için bir tehdit oluşturmuş bünyesinde. Yüzyıllarca başkasıyla karşılaştığında tedbirler ve şaşkınlıklar hep hafif, manevra kabiliyeti yüksek tepkilerle savuşturulmuş. Kadim dinlerinin rehberliğinde geçmiş-gelecek, dünya-ahiret, haram-helal, tebaa-devlet gibi kavramların refakatinde dünyasını oluşturmuş, bir şekilde anlamını kazanmıştır.

Sonuç olarak revaçta ve sözü geçen Batılı kültür gücünü dünyasını mamur etmekte yaslandığı bilimden alıyor. Doğu toplumu ise ahiret dünyasını mamur etmek için yaslandığı dinden. Çıkış noktaları farklı olan iki kavramı karşıtlık dışında bir minvalde düşünebilmek zor gözüküyor. Birini diğerine bakarak belki ama birini diğerinden yola çıkarak açıklayamayız sanırım.

Elbette ki Doğululuk-Batılılık, geleneksel-modern gibi karşıt kavramlarla ifade edilen bu mevzular akademik anlamda çok dirsekleri çürütmüş, matbaada çok kitaplar yayınlatmış. Uzun soluklu çok mesailerin ardından makalelere konu olmuş meseleler. Benim yazdıklarım daha aktüel ve oltasına takılan balıkla yetinen amatör bir balıkçının yaptığı işe benzeyen lakırdılar.

"Bizim için doğru olan nedir? Bu doğru nasıl ve nereden temin edilir? Halihazırda doğru kabul ettiklerimiz günün şartlarına doğruluğundan taviz vermeden nasıl intibak ettirilir?" gibi sorulara dair cevap arayışlarımız bizi bizden olmayanların yaşantılarını gözlemlemeye ve buradan kendimize dair çıkarımlarda bulunmaya iter. Bu noktada başkasındakine öykünme, kendimizdekilerle kıyaslama ve neticede kendi değer yargılarımızı sorguya çekme gibi anlamlı arayışlara kapı aralarız. Doğulu ya da Batılı olmak bize bizatihi bir şey katmaz. Olsa olsa sadece bizim üzerine bastığımız zemini gösterir. Tabii elbette ki insanı da üzerine bastığı zemini ele verir.

Yazarın Diğer Yazıları