B. İnan Özcan

Binlerce dansöz var

B. İnan Özcan

Ufukta bir otomobil var. Koyu renk bir Clio sanırım.

Otobüs hala yok görünürde. Clio önüme kadar geldi. Yağmurda asfalt ışıl ışıl. Arabalar da ona keza.

Giden araç daha çok, gelen araç daha az. Kime göre, neye göre, değil mi şimdi. Giden bana göre gidiyor. Gelen de bana göre... Zaten bu dünyaya dair yorumlar da hep bana göre. Bu dünya bana göre mi, onu bilmiyorum. Sanırım değil…

Yağmur çiseliyor durmadan. Arabadan ceketimi aldım sırtıma. Tekrar, ıssız otogarda yolun en uç yerini göreceğim yere çıktım.

Bir otobüs göründü. O mu acaba?

O olması kuvvetle muhtemel. Muhsinoğlu Turizm olacak. Otobüsün yazılarının okunacağı mesafeye gelene kadar kıstım gözlerimi, okumaya çalışırken.

Evet, otobüs otogara doğru döndü. Çünkü bazıları transit geçiyor. O halde bunun o otobüs olma ihtimali yüksek.  Nihayet gitgide okuyabileceğim yakınlığa geldi.

Beklediğim değilmiş. Gelen Retro Turizm.

Mavi renginden anlamıştım, yazıyı okumadan. Pek yolcusu yok. Bekleyeni de yok. Burada benle bekleyen yolcuların kayıtsızlığından da belli. Otobüs yaklaşınca normalde buğdaya üşüşen güvercinler gibi dolar etrafı ya. Yok bunda öyle bir şey.

Telefonunun şarjı da azaldı. Biri beni aramasın. Konuşmak zorunda kalmayayım. Şarjım azalmasın, diyorum içimden. İçime doğmuş gibi telefon çaldı.

-Münir abi mesaj attım gördün mü?

-Evet, merhaba Ceyhun, gördüm, hayırlı olsun, gelmeye çalışacağım, çok sevindim, Allah tamamına erdirsin.

-Tamam abi bekliyoruz. Görüşmek üzere.

-Görüşürüz Ceyhun, kendine iyi bak.

-Sen de abi iyi akşamlar.

Görüşmenin sonunda gözlerim aradığını bulmuş gibi yine ufka, akşamın yaklaşmasıyla ışıltısı dağılan far ışıklarına odaklandı.

Evet bir otobüs daha geliyor. Hayal kırıklığına uğramamak için iyimser davranmadım, mutlaka o olmalı gibi düşünmedim. Ama beklemiyorum gibi yapıp, umurumda değilmiş gibi yapıp yine de bakışlarımı  ayırmadan baktım.

Firmanın adı daha seçilmiyor. Evet, bu sefer hataya mahal bırakmayacak barizlikte yan tarafından kocaman Muhsinoğlu Turizm yazısını okudum.

Bir ara göz doktoruna görünmeliyim. “Yaklaşan cisimlerin üzerindeki isimleri okumakta zorlanıyorum doktor bey”, demeliyim. “Bilhassa Muhsin yazısını yaklaşırken okumakta zorlanıyorum, bilhassa yağmurlu akşamlarda ve bilhassa Muhsin yazısı yaklaşan bir cisimde iken.” demeliyim. Teşhisin doğru konması için vaziyetimi düzgün ifade etmeliyim.

Muhsinoğlu Turizm giriş yaptı.

Kaçıncı perona yanaşacak acaba… 15 peron var, kocaman numaralandırılmış. 7'nci peronun önüne durdum, hangi peronsa artık varabileceğim en orta nokta diye orda durdum.

Şoför tarafı mı, diğer taraf mı, cam kenarı mı, koridor tarafı mı bilmiyorum.

Arka kapıdan da inebilir, ön kapıdan da onu da bilmiyorum.

Otobüs turladı, önünü düzeltti, tam önümde 8. perona yanaştı. Hızlı hızlı yürümeye, camlardan onu bulmaya çalıştım.

Buldum. Ayakta, arkasını dönmüş, yukarıya mıhlanmış valizini sökmeye çalışıyor. Kapıya yöneldim, yönelmemle o da kapıya doğru yürümeye başladı.

Gülümsedi. El sıkıştık. Yanımda yürüdü. Yanında yürüdüm.

Gideceğimiz yere ertelediğimden bakmadım yüzüne, o bana bakıyor muydu o sıra, bakmadım olayın o yüzüne. Daha önce bu anı yaşamışım gibi oldum bir an.

Arabaya bindik, yağmur hala çişeliyordu. Silgeçleri otomatik çalıştıracak kadar değil ama arada manuel sinyal koluyla çalıştıracak kadar. Karşıda kara bulutlar... Uzakta bir yerlere sağanak yağdığı belli. Farlar önümüzü aydınlatıyor, yağmur yolumuzu parlatıyor. Asfalt parlıyor.

Işıklar, mecburi durduğum her durakta göz göze geldiğim ışıklar. Vitesi bire, oradan boşa, oradan bire, tekrar boşa aldığım anlar…

Derken yeşil yandı, hareket ettik. Kardeşler Çay Bahçesi tabelası göründü sağımda, müsait yer var, yanaştım sağa. İndik.

Garson geldi. Menüyü bıraktı, gitti.

“Benimki de aynısından olsun.” dedim.

-Tamam efendim.

-İçecek olarak?

- “Çay alayım sade sodayla.” dedi.

- Siz efendim?

- Ben sade çay alayım, dedim.

- Sade soda, çay, tamam efendim.

- "Sadece çay demek istedim!" dedim.

Gülüştük...

- Tamamdır efendim.

- Sipariş almak da vermek kadar zordur sanırım. Hastalığın teşhisini koymak gibi.  Meselenin adını koymak gibi. Teşhisi konulmamış hastalık gibi adı konulmamış ne meseleler var hayatımızda değil mi? Kafamızda sipariş alamamış binlerce garson var.

-Binlerce dansöz var, diyen bir şarkı biliyorum.

- Evet ama bu öyle bir şey değil.

- “Biliyorum değil.” dedi. Güldü, güldüm, önüne döndü, ben camdan dışarı baktım.

Çayları sayamadım, garson sayamadı, küllükteki izmarit çarpı iki, diyecektim, demedim, götürü bir hesap bıraktık, çıktık.

Yazarın Diğer Yazıları