Kültür Mustafa

Kaldırımlar ve duvarlar… Depremler ve kaldırımlar…

Kültür Mustafa

Türk edebiyatında kaldırımlar ve duvarlar, şiirlerde ve romanlarda çokça konu olmuştu.
Kaldırımlar denince de akla üstad Necip Fazıl, duvarlar denince de Peyami Safa gelir.

Aynı dönemde yaşamış iki arkadaşın birbirine benzeyen konuları işlemeleri muhtemeldir.

Biri şiir de, diğeri nesirde eserler vermiştir.

Kimin kimden esinlendiği konusu da ilerleyen dönemlerde tartışma konusu olmuştur. Nitekim, iki yakın arkadaşın birbirinden etkilenmesi normaldir.

Peyami Safa, çocuk yaşta hasta olur. Hastane odalarına, duvarlara aşinadır. Bu aşinalıklar onun insanları, kaybettiklerini, umutlarını daha derin tahlil etmesine vesile olmuştur.

"Ağaçlara bile imrenirdim" der Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nda.

Yalnızdır. Geceleri sadece duvar vardır hayatında. Yüreğini mahkûm etmez dört duvar arasına. Bu hatıra ileride yazacağı eserlere esin kaynağı olur.

Üstad ise genç yaşta kaldırımları yazar. Kaldırımlar, onun edebiyat dünyasında ses getiren en önemli şiiridir. Bu şiiri okuyan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Bu sesi nereden aldın çocuk?" demekten kendini alamaz...

"Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;

Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!"

Kaldırımlar özgürlüğün sesidir. Avare akşamlarda herkes kaldırımlarda yürür. Ayakları bir yere götürür. Bazen ayak seslerine kimse eşlik etmez. Sadece ayak sesleri vardır, bir de insanın iç dünyası.

İnsan yürürken hatıraları da yürür onunla. O, ileride derin bir tefekküre düşer. Bu onun, "hafakanlar bastı" diye izah ettiği bir iç yolculuktur.

Onun bu değişimi sonunda edebiyat otoriteleri  kararını vermişlerdir; “Yazık etti kendine.” derler. O  ise yeni dünya görüşünü şöyle açıklar; “Benim gözüm büyük sanatkar olmakta gerisi  çelik çomak oynamakmış."

Duvarlar yalnız yazarlara özgü bir şey değil, ülkelerin siyasi görüşüne göre de değişim göstermiştir.

Bunlardan biri Berlin Duvarı. Doğu Almanya'dan Batı Almanya'ya kaçışı önlemek için 1961 yılında yapılan Berlin Duvarı’ndan kaçış öyküleri birçok filme konu olmuştur. Trajik olaylar, aşklar, özgürlüğe kaçış serüvenleri… Soğuk savaşın bitiminin ardından 1989’da Berlin Duvarı tarih olur.

Varşova Paktı'nın çökmesi sonunda da ülkemizde yazarlara örülen duvar kalkmıştır. 12 Eylül öncesi kutuplaşan edebiyatımız, Varşova Paktı'nın çökmesi ile yeni ivme kazanmıştır.

Cem Karaca edebiyattaki duvarlar dönemini bir keresinde şöyle açıklar; "Biz 12 Eylül’den önce Üstad adı geçince, ‘onu geç’ derdik"

Aynı görmezlik, Nazım Hikmet için bile söz konusu olmuştur. Bir siyasi liderin, kurultay açılışında Nazım'dan bir şiir okunması ile de bu duvar yıkılmıştır. 

Yolu hapishaneden geçen yazarlar duvarlara hapsolan yüreğin sesini dışarı yansıtmıştır edebiyat tarihi boyunca. 

İşte, ‘Han Duvarları’ da bunun en güzel örneğidir. Gurbete uzanan yolda yolu Kara Mustafa Paşa Hanı'na düşen Faruk Nafiz Çamlıbel, han duvarlarına göz gezdirirken rastladığı bir şiirden dolayı şairliğinden utanır. O şiir şöyledir:

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından 
Bir çiçek dermeden sevgi bağından 
Huduttan hududa atılmışım ben"

Meçhul şairle söyleşir kendi kendine Çamlıbel…

En nihayetinde duvarlar mahkûmiyetin; kaldırımlar ise özgürlüğün sembolü olmuştur.
Şubat ayının altıncı gününde bir gece meydana gelen deprem, kaldırımları ve duvarları hatıralarda bıraktı.

Haydi duvarlar tamam da, o kaldırımlar yine özgürlüğün sesi olmalıdır.


 

Yazarın Diğer Yazıları