Fakir Yılmaz

Müzik eşliğinde yazmak...

Fakir Yılmaz

Salman Rüştü’yü bıçaklamışlar! Hem de boynundan yaralayıp, kanlar içinde yere bırakmışlar vahşi köpek balıklarıyla dolu Okyanus'un ötesinde..

Üzüldüm ama düşündüm de, Irak'a, Suriye'ye ve Arap Baharı diyerek gelip, kana buladıkları Afrika'ya olduğu gibi şimdide kalkıp İran'a gelmek için mi acaba yani bir bahanemi diye düşünürken..

Okyanus demişken, toprak ile suyun buluşup, dalgalar eşliğinde seviştikleri sahile her gittiğimde uzaklara dalar gözlerim...

Kara renkli mazot uğruna, daha da kızıllaştırılan savaşın kanı değil, barışın simgesi olan mavi örtülü Marmara'ya, Karadeniz’e, Akdeniz ve adaları bizim olmayan Ege sahillerinde, yelkenleri yırtık, küreği kırık bir kayık arar hep gözlerim.

Açılmak isterim delik, deşikte olsa yaralı bir kayıkla, o maviliklerin ortasında benim gibi yapa yalnız kalmış adını, sanını bilmediğim adalara doğru yüzmeyi bilmesem de su üzerinde yürüyen, ağaçlarla konuşan Peygamber Zekeriya Aleyhisselam gibi adeta yürüyerek gitmek isterim denizlere..

Ve susuzluktan değil, yaşatılanları düşünmekten dişlerimle parçaladığım dudaklarıma çölde su arayan bir bedevi misali kaybettiklerini bulmuşçasına yani serap görmüşçesine sarılmak isterim, benim gibi yalnız kalmış o adalarda avazım çıktığı kadar hem de ağlayarak bağırmak, haykırmak isterim..

Haykırdıkça da gönlümde, göğsümde kor olan, kıpır kıpır fokurdayan volkanı patlatmak ve yakıcı lav ateşleri gibi belki serinlerim umuduyla hırçın denize akmak, tsunami olup, yıkmak isterim 'Yapma, etme' deyip önüme geçenleri ve beklenmedik bir anda beklenmedik bahanelerle çekip gidenleri de bulup, yakmak isterim.

Evet, şimdi şu anda yine bir sahildeyim..

Ama Kız kulesinde değil, Kuşadası hiç değil, Kandıra, Karasu yada açık havada, ay ışığı eşliğinde rakıların içildiği Göle Acısu, Gerroda hiç değil, kalbimde kanayan yarama tuz basan Tuzla’dayım.

Solumda devasa limanlar ve tıpkı benim gibi kıyısına vuran benden beter yaralı gemiler...

Sağımda ise umudu yeşerten kardelenlere hayat veren baharın çimleri. yüzüm gibi sararmaya yüz tutmuş palmiye ağaçları ve dokunulmayı, kucaklanmayı, koklanmayı bekleyen bin bir çiçekle dolu botanik bahçeler...

Yani bir yanı gam, keder diğer yani huzur bilmem ama; okyanuslara olmazsa da tek başıma huzura yelken açmışken, sakinliği dinlerken, kulağıma çalınan inceden bir müzik sesi...

Sanki duygularımı mı okudu, kalbime dokunurcasına...

-Bunca gam, bunca dert,

Geçti ömrümün baharı ah, ömrüm...

Satırlarıyla mırıldayan o şarkı..

Ve hep söylediğim ama anlatamadığım o gizli adayı bir anda yanı başımda  buluyorum.

Nerede mi?

Onu da bir cumartesi yazısı olan bugünkü yazıma eklediğim huzurun ve özlemin fotoğrafı diye 'günün fotosu' diye çektiğim kareye bakıp, siz bulun.

Yazarın Diğer Yazıları