B. İnan Özcan

Kadınlar...

B. İnan Özcan

Tokadı yedikten sonra üst kattakiler duymasın diye ağlamaması için azarlanan kadınlar...

Şikayet etmemesi için en hafif tabirle tembihlenen, mutluluğu kendinde görmek umudunu hepten yitirip o mutluluğu evladında görmekle yetinen kadınlar...

Evladının bencilliğini hoş gören bir de üstüne üstlük evladının hizmetini gören kadınlar...

Çocuğunun densizliğini görmeyen, densizliğine rağmen çocuğunu bir yanılsama icat edip görmek istediği gibi güzel gören kadınlar.

Şefkati TV'de gören, merhameti kıssalarda duyan, tırnağını yiyen, Allah'a hamdeden, hayata her şartta hamle eden kadınlar...

Tarlanın rahmeti ile zahmetini ikiye bölen, zahmetini kendine rahmetini erine veren kadınlar...

Gölgede kalmayı kendine lütuf gören, sövgüyü göğüsleyen, övgüyü erine teslim eden kadınlar...

Toplum içerisinde geleneksel tecrübemiz ve dini yaşantımız erkeklerin konforunu önceleyen bir anlayışla yorumlanmış ve bu yanlış yorum sonucunda kadınlar şahsiyet olarak kendilerine annelik harici bir yer bulamamışlar.

Günümüz dünyasında ise kadınlar "kadınlıklarını o yapıyorsa ben de yaparım" mantığı üzerinden, erkeklere bir cevap verme gereksinimi hisseden ve onlara nazire edercesine tekrar dolaşıma sokmuş durumda.

Bugün sosyal hayatın tüm katmanlarında arzı endam eden kadınlar hepimiz için sevindirici bir gelişme, evet. Ama kadınlıklarını mütehakkim erkek dünyasına bir rakip, bir nazire teşkil eder gibi ortaya koyuyorlar ki bu durumda toplumda ve medeniyet inşasında kadından beklenen katkı ortaya çıkmıyor, dolayısıyla maksat hasıl olmuyor.

Bugün şahit olduğumuz çoğu sektörde başarılı kadının ölçüsü erkek yerine ikame edilebilen, erkeğin yaptığını yapabilen kadın şeklinde izah ediliyor ki kadının bu şekilde konumlandırılması kadına da topluma da çok şey kaybettirir.

Kadın bizatihi kadındır ve kadın olmaklığıyla kendisinde bulunan katkıyı sunmalı ve insanlık serüvenindeki rolünü kadınlığından kaynaklanan yoğurt yiyişini topluma vermelidir.

Tabi bunun kabahati tüm devleti milletiyle erkeği kadınıyla herkesin sırtında duruyor.

Kadınların onurlu bir fert olarak toplumda yer almaları, tarih boyunca erkekler tarafından sahiplenilmiş alanlarda yer tutmaları devletin, medyanın, kamuoyunun bunun önünü açması güzel bir şey fakat bunu kadının  kadınlığını flulaştırmadan erkeklerin yoğurt yiyişine öykünmeden yapması sosyal hayatın zenginliğine katkı sağlayacak sinerjiyi ortaya koyacaktır.

Yani demek istediğim bir mimari yapı gördüğümüzde mimarının kim olduğunu bilmeden o yapıya baktığımızda "bunu yapan sanırım bir kadın" diyebiliyorsak aynı fark edişi bir bestede, bir şiirde, bir resimde tüm katmanlarda hissedebiliyorsak kadın toplumda yerini tutmuş demektir.

O zaman bir kadın olarak cinsiyetinin bilincinde ama şahsiyetinin öncülüğünde sosyal dokunun içine fail olarak girmiş, kültüre medeniyete toplumsal işleyişin kademelerine sirayet etmiş olur ki bu arzu edilen durumdur. İşte o zaman "bir elin nesi var"dan "iki elin sesi var" boyutuna erişmiş oluruz.

Kadınları kendilerini gördükleri kıymet derecesinden daha da yukarıda bir yerde görmek ferasetini erkeklerin göstermesi gerekir ki bu erkeğin borcudur.

Letafet, zarafet ise er kişinin değil her kişinin harcıdır. Cinsiyetçi yaklaşımları aşıp kadının değerini de hakkını da teslim ettiğimiz günlere ulaşmamız, kadınların da harabe gördükleri kadınlıklarını hor görmeyip defineye malik olduklarını bildikleri bir hayatı tez zamanda görmek umuduyla...

Yazarın Diğer Yazıları